Planım belliydi, önce ailemle yaşadığım Şişli'deki evimden ayrılıp İstanbul'un en pis mahallelerinden biri olan Tarlabaşı'na taşınacaktım. Çünkü büyük yazarların hepsi böyle yerlerden gelmişlerdi. Sonra da sadece yaşamama yetecek erzak ve olmadan yaşayamayacağım eşyaları alacaktım. Bence kusursuz bir plandı. Artık büyük bir yazar olmak için tek eksiğim yazmaya başlamaktı. Sonrası kendiliğinden gelecekti.
Karyola |
Ailemin büyük ısrarlarına rağmen mağrur tavrımı bırakmadan bavulumu alıp evden ayrıldım. Tarlabaşı'ndaki en salaş ve ucuz evi tuttuktan sonra spotçuya gidip bir karyola ve yazmamı sağlayacak kırık dökük bir masa aldım. Çift kişilik karyola almıştım, tıpkı serkeş yazarlar gibi tek gecelik ve daha yaşarken utanacağım ilişkiler yaşarım diye. Karyola modelleri bakmak yazara tersti ama yaptım. Tam çıkacakken onu gördüm. "Bunu da alıyorum" deyip parayı ödeyerek çıktım.
Eşyalarım gelmişti, mumu almıştım, kalem ve kağıdım masanın üzerindeydi. Artık her şey tamamdı. Yazmaya başlayabilirdim. Yazmaya başladım, birkaç cümle karaladım fakat istediğim havaya bir türlü giremiyordum. Spotçudan aldığım gardolap sürekli gözüme takılıyordu. Serkeş yazar ortamımda bu gardolap fiyatları yüksek kapitalist ürünler gibi duruyor ve havamı bozuyordu.
Gardolap |
Ne yaptıysam olmadı. Bakmamaya çalıştım, arkamı dönerek yazdım, üzerine örtü serdim yine de gardolap peşimi bırakmadı. Ben de yazarlık hayalimden vazgeçtim. Bir gardolap yüzünden.
Eve döndüm. Valizimi içeri alırken annemlere "Ne yapayım sizsiz yazarlığı. O mısralar siz kokmadıktan sonra anlamsız" dedim. İnandılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder